***
Nadide Adalet romanınızda adalet kavramını merkeze alıyorsunuz. Bu kitabı yazma sürecinde, adaletin sizin için ne anlama geldiğini nasıl şekillendirdiniz?
Adalet,
her insan için bir terazi gibi ama her kalpte dengesizce sallanan bir yük aynı
zamanda; bazen bir damla gözyaşıyla eğilir, bazen bir fısıltıyla doğrulur. Nadide
Adalet'i yazarken, vicdanın o ince ipliğini sıkıca tuttum sanırım, çünkü
adalet sadece mahkeme koridorlarında yankılanmaz, her bireyin gölgesinde saklı
bir hikâyedir. Yaratım sürecinde, gerçek hayatta var olan gerçeklerle, çoğu
zaman da acılarla bezeli vakalarla beslendim, ki her satırda o gerçekliğin izi,
bir yara gibi son kez her zihinde kanasın ve benzer adaletsizlikler, haksızlıklar
bir daha yaşanmasın istedim. Tabii bu biraz da temenni, sadece benim ya da
sizin istemelerimizle düzelecek kadar kolay şeyler değil maalesef.
Romanınızda kadın cinayetleri ve toplumsal şiddete dair çarpıcı sahneler var. Sahneler diyorum çünkü şahsen bu söyleşiden önce romanı okudum ve adeta film izler gibi okudum. Bu konuları edebiyata taşırken, gerçek hayattaki olaylardan nasıl ilham aldınız?
Kadın
cinayetleri, toplumun karanlık bir köşesinde pusuya yatmış canavarlar gibi; her
haber, bir bıçak darbesiyle yeniden kalplerimize iniyor. İlham ise, ne yazık ki
gazetelerin mürekkebinden, sokakların sessiz çığlıklarından gelmeyi sürdürüyor.
Asıl mesele bu sesleri duyuyor olmak ve başka insanların dertlerini dert
edinmek. Edebiyata taşırken, o şiddeti soyut bir fırtınaya dönüştürdüm;
karakterlerim, ezilen ruhların aynası olsun diye, her darbede bir parça
kendilerini aradılar. Gerçek, daima acımasız bir öğretmendir; ben de kalemimle
onu yumuşatmadım, aksine, okurun yüreğine kazıdım ki, o canavar uyanmasın diye
hepimiz nöbet tutabilecek duyarlılığı tekrar kazanalım.
Nadide Adalet'te kadın karakterler güçlü ve kırılgan yönleriyle ön planda. Kadınların adalet arayışını nasıl betimlediniz?
Kadınlar, kökleri derinde, dalları göğe uzanan ağaçlar gibi aslında ama rüzgâr her seferinde onları sınıyor ve bu sınanma Orta Doğu’daki kadınlar için daha sık tekrarlarla yaşanıyor. Romanımda, adalet arayışlarını bir nehir gibi akıttım; bazen sakin, bazen coşkun, ama her zaman derin. Kırılganlıklarını gizlemedim, çünkü o kırıklar, güçlerinin kaynağı; her yara, bir hikmet taşır. Betimlerken, onların gözlerinden baktım dünyaya, ki okur da o gözlerle görsün: Adalet, bir kadının elinde, en yumuşak dokunuşla en sert darbeyi vuracak kadar kudretlidir, bunun doğru anlaşılmasına gayret ettim.
Edebiyat dünyasında kadın yazarların ve eserlerinin yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin eserinizde tek başına kadın kavramının bu etki var mı?
Kadın
ya da erkek olarak herhangi bir konuyu ayırt edici tonlar ve tanımlarla
konuşmayı sevmiyorum. Edebiyat, kocaman bir bahçe; kadın yazarlar da o bahçenin
en renkli çiçekleri, rüzgârla dans eden, toprağımızı, yani tüm canlılığı besleyen.
Virginia Woolf, Adalet Ağaoğlu, Austen, O’Connor, Didem Madak, Sylvia Plath ve
diğer özel kalemler olmadan edebiyat gibi bizler de eksik kalırız. Edebiyat
dünyası, kadın sesleri olmadan yarım bir senfoni; biz erkek yazarlar, onlardan
öğrendikçe tamamlanırız.
Toplumsal cinsiyet rolleri, romanınızda nasıl bir rol oynuyor? Şiddet döngüsünü kırmak için edebiyatın gücü nedir?
Cinsiyet
rolleri, toplumun görünmez zincirleri; erkekleri tahta oturtur, kadınları
gölgede bırakır ama her zincir bir gün kırılır. Romanımda, onları bir ayna gibi
tuttum önümüze: Şiddet döngüsü, o zincirlerin gıcırtısından doğar. Edebiyatın
gücü, o gıcırtıyı bir çığlığa dönüştürmekte; okura zincirleri fark ettirir,
belki bir satırla kırar. Kalemimle döngüyü göstermedim sadece, okura "sen
kır" dedim; çünkü edebiyat, sessiz bir devrimci, toplumun uykusunu kaçıran
bir fısıltı.
Yeni
kitabınızda şiddet temalarını işlerken, okurların duygusal tepkilerini nasıl
öngördünüz?
Şiddet,
bir alev gibi; yakar ama külünden yeni bir ışık doğar. Okurların tepkilerini öngörürken,
kendi yüreğimi tarttım önce: Bazıları öfkeyle kalkacak masadan, bazıları
gözyaşlarıyla sarılacak kitaba. Nadide Adalet'te duygular iç içe
geçiyor. Tepkiler, kitabın ruhu; şiddet sahneleri, sadece bir uyarı değil, bir
ayna – okur, kendi gölgesini görsün diye yazdım, ki değişim, o gölgede
başlasın.
Edebiyat dünyasının güncel sorunları neler? Sizce yazarlar bu sorunlara nasıl katkı sağlayabilir?
Edebiyat
dünyası, ucu bucağı olmayan bir orman gibi; ormandaki dönemsel yangınlar,
fırtınalar arasında insan yolunu aramaya devam ediyor. Bazen sansür dalları
keser, ticari rüzgârlar yaprakları soldurur. Güncel sorunlar, ifade özgürlüğünün
daralan alanı ve çeşitliliğin ezilmesi biraz. Yine de çok içerik çıkıyor, yeni
eserler, yeni yazınlar, lakin yeterince üzerine konuşulmuyor, tartışılmıyor.
Oysa edebiyatın asıl dönüştürücü etkisi, okumaların üzerine konuşmak hem de
başka şeyleri, başka olguları, hiç konuşulmayan tüm sesi kısılmış düşünceleri
yeniden açığa çıkartmak. Yazarlar, katkı için kalemlerini kılıç gibi kuşanmalılar;
hikâyelerle duvarlar aşılsın, sessizlik yırtıp atılsın. Şahsen, her eserimde
bir tohum ekerim; Nadide Adalet gibi, adaleti savunurum ki, orman
yeşersin yeniden. Katkı, hiçbir zaman susmak değildir, fısıldamakla başlar her
şey ve küçük fısıltılar bir araya gelince dev bir sel olur. Ümitvar olmayı
elden bırakmamak gerekiyor.
Sanatın, özellikle edebiyatın, toplum üzerindeki dönüştürücü gücünü nasıl tanımlıyorsunuz?
Sanat, bir ayna ve bir fırça; önce toplumu yansıtır, sonra boyar onu. Edebiyatın dönüştürücü gücü, sessiz bir büyüde: Okuru kendi karanlığıyla yüzleştirir, ışığı gösterir. Tanımlamak gerekirse, bir köprü – acıdan umuda uzanır. Ben, kalemimle o köprüyü kurarım; toplum, üzerinden geçtikçe değişir, çünkü sanat, vicdanı uyandıran bir rüzgâr, kalpleri ezen zincirleri eriten bir ateş. Tabii bunların hepsi fark edebilenler içindir.
Siz
Realizm akımında yazan bir kalemsiniz. Nadide Adalet ile kadın
cinayetlerine dikkat çekiyorsunuz. Sanatın bu tür toplumsal yaralara merhem
olup olmadığını düşünüyor musunuz?
Sanat,
yaralara merhem değil, belki bir bıçak olur bazen, yarayı daha çok açar ki
iyileşsin, kanasın ki temizlensin ister. Kadın cinayetleri gibi yaralar,
toplumun derin kesikleridir; Nadide Adalet'te, o kesikleri gösterdim,
merhem sürmek yerine, "Bakın, bu sizin, hepimizin elinizden" oldu dedim.
Merham olup olmadığını mı? Evet, mutlaka bir eşikten sonra olur; bir kitap,
binlerce vicdanı harekete geçirir, bir resim binlerce gözyaşı dökerse bu olur.
Sanat, iyileştirir ama önce acıyı hissettirerek, toplumu harekete geçirmek
gerekiyor.
Son
olarak, okurlara Nadide Adalet ve edebiyatın toplumsal rolü hakkında ne
söylemek istersiniz?
Yazan, yazdığıyla zaten söyleyeceklerini eserin içinde bütünüyle söylemiştir. Nadide Adalet bir terazi; elinize alın, tartın, elbette önce kendinizi, kendi hayatınızı. Adalet, orada saklı zaten. Edebiyatın rolü, burada bir lamba gibi; karanlıkta yol gösterir, toplumun yaralarını aydınlatır. Okuyun, hissedin, değişin; çünkü her kitap, bir adım ve o adımların sayısını aynı yöne giden insanlarla arttıkça, yeni bir dünya kurma potansiyeline sahip, bu umudu korumak gerek hem de her koşulda, tüm “rağmenlere” karşın. Teşekkür ederim, bu yolculukta yanımda olun, ben de sizin yanınızda olayım, çünkü Abbas’ın söylediği gibi, “gece uzun, gündüz uzun ama hayat kısa” Birlikte daha güzel ve daha anlamlıyız.
***
Serhat
Kaya ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, Nadide Adalet’in sadece bir
roman değil, aynı zamanda toplumun vicdanına tutulan bir ayna olduğunu bir kez
daha gösterdi. Edebiyatın, adalet arayışından kadın cinayetlerine, toplumsal
yaralardan değişim umuduna kadar uzanan geniş bir yelpazede nasıl dönüştürücü
bir güç olabileceğini Kaya’nın sözlerinden ilhamla anlıyoruz. Mutfak.net
olarak, bu derin ve etkileyici sohbet için Serhat Kaya’ya teşekkür ediyor,
okurlarımızı bu güçlü eseri keşfetmeye ve edebiyatın sofrasında kendi
adaletlerini tartmaya davet ediyoruz. Nadide Adalet şimdi Kitapyurdu’nda. Yeni
hikayelerde buluşmak üzere!






Hiç yorum yok:
Yorum Gönder